MÜMTAZ : Söyledikleriniz kısmen doğru olsa da aslında eksik. Örneğin yazmış olduğu en meşhur eser olan ütobik tarzda ki New Atlantis‘i (Yeni Atlantis) ele alalım. Keçi bacaklı ve kanatlı bir varlığın yer aldığı kitabın kapağında şöyle yazar “Tempore patet occulta veritas” yani “Zaman gizli kalmış (okült) gerçeği ortaya çıkartır”.
Kitap da deniz de kaybolmuş bir grup denizcinin düştükleri saklı adada karşılaştıkları olaylar anlatılır. Bu keşfedilmemiş ve dış dünyadan kopuk yaşayan adanın sakinleri adaya Bensalem adını vermişlerdir. Dış dünyadan kopuk bir hayat süren bu halk, 12 yılda bir diğer ülkelere seyahat ederek seyahat ettikleri ülkelerdeki bilim, sanat, edebiyat gibi gelişmeleri gözlemler, bunlar hakkında bilgi toplarlar.
Adada bir de Salamona evi vardır yani Süleyman evi. Yaklaşık 1900 yıl önce yaşamış ilahi bir aracı ve aynı zamanda kralları olan Salomana’nın en önemli eseridir. Bu ev tarikat ve bilim evidir. Bensalem halkına göre bu kuruluş, yeryüzündeki en yüce kuruluş ve krallıklarını aydınlatan bir fenerdir. Burası Tanrı’nın eserlerini ve yarattıklarını incelemeye adanmış bir yerdir. Akademide daha çok önem verilen çalışma alanı doğaya hakim olmaktır. Böylece doğa insanın bir nesnesi haline gelecek ve insanoğlu daha üstün olacaktır.
Bu anlatılan hikaye tamamen masonik dinin anlatımıdır. Masonluk dinine göre Atlantis kıtasında bilim ve refah çok ilerlemişti. Nihayetinde bilimin gücünü kötüye kullananlarca çıkan savaş adanın felaketine sebep oldu. Bir grup bilge buradan kaçarak Tibet’e gitti. Bir grubu antik Mısırı’ı kurdu. Ancak bu bilgi herkesin anlayamacağı bir mahiyette olduğundan herkesten saklanmalıydı. Masonlukta karanlıktan çıkan birinin gözüne direk ışık tutarsanız gözleri kamaşır. O yüzden kutsal ışığın aşama aşama verilmesi gerektiği düşünülür. Neyse de bu kadim bilgiyi en iyi anlayanlardan biri de Jerusalem (Kudüs) kralı Süleyman‘dı. Kral Süleyman bilgeliği ile hem fizik dünyaya hem de metafizik aleme hükmedebiliyordu.
Kral Süleyman Kuran’da geçen Hz. Süleyman‘dan (a.s.) başkası değildir. Allah’ın katından bir lütuf ve bir imtihan vesilesi olarak kendisine bahşettiği bazı ilimler ardından gelen başta yahudilerce tahrif edilmiş ve çok farklı anlamlar yüklenmiştir. İşin bu kısmına sonra değineceğiz.
İşte Francis Bacon öncüllerinin ve ardıllarının düştüğü bu davanın adı simyacılıktır. Adına kadim bilgelik denir. Temeli okültizmdir. Aristo felsefesi, stoacılık ve hermetizmi bir araya getiren bir felsefe geliştirmişlerdir. Ortaçağ aydın ve bilim insanlarının hemen hepsi de simyacılık ile iç içedir. Simya bir bilim olarak görülmektedir. Onlar büyüyü veya mistisizmi ret etmek şöyle dursun olup biteni tam manasıyla anlayıp, algılamak ve ona hükmetmek isterler. Örneğin Isaac Newton‘ın eserlerinin sadece 3’ te 1’i pozitif bilimler ile ilgilidir. Çalışmalarının büyük çoğunluğunu gematria denilen kabalistik metot ile tevrattan kehanetler bulmak üzerinedir. Simyacılık ile ilgili vurgulanması gereken önemli bir nokta da gezegenler ve konumları ile çok yakından ilgili olduğudur.
Francis Bacon, Leonardo Da Vinci, Isaac Newton, Rene Decartes, Robert Boyle, Johannes Kepler, Galileo Galilei, Desiderius Erasmus, Nicolaus Copernicus, Roger Bacon, Paracelsus, Tycho Brahe, John Locke, Leibniz gibi daha pek çok ortaçağ ve rönesans bilim adamı ve filozoflarının bu arayışının sebebi hristiyanlığın onları tatmin etmemesi idi. Bu durum antik yunan filozofları ve antik yunan dinleri arasında ki ilişki içinde aynen geçerliydi. Modern düşüncenin öncülleri kabul edilen Platon, Aristo ve Sokrates antik yunan dinlerini bir yana bırakarak hakikatin arayışına girişmişler cevabı da okültizm ve simyacılıkta aramışlardır. Bize bu arkadaşların hep ahlak felsefesi, erdemler, iyilik ve kötüğün kaynağı vb. konular üzerine düşünceleri ya da “Gerçek bilgi nedir ki hafız ?” mealinde ki arayışları anlatıldı. Ki evet bunlar çok önemi kavramlardır ve biz de üzerinde konuşacağız. Peki yine bu arkadaşların bahsettikleri Damion kavramını duydunuz mu hiç ? İnsanları yönettiğine ve geliştirdiğine inanılan görünmez, yüce varlıklar. Örneği bu anlamdaki daimonları Platon üç gruba ayırmıştır: İlk iki gruptakilerin bedenleri esir ve ateşten oluşur, görülemezler. Üçüncü gruptakiler buharımsı bedenlere sahiptir, görülmezlerse de, nadiren birkaç saniyeliğine tezahür edebilirler. Enteresanmış değil mi ?